
Pazarlama iletişiminin ilk dersinde öğrendiğim temel esas, amacın, ürüne değer kazandırmak yoluyla tüketiciye değer katmak olduğuydu. Bu bağlamda, bir markanın tüketiciye kattığı değer, değişik alanlarda ürettiği alt markalarla doğru orantılı olarak artıyor.
Örneğin Apple, günümüzde üçüncü nesil İpod'u piyasaya sürmekte. Birinci nesil iPod ile kıyaslandığında, biçem ve işlevsellik olarak hayli ilerde olan ürün, tüketici talepleri doğrultusunda kabuk değiştirmiş. Bu detay, şirketin son yıllarda kazandığı ciro artışının şans eseri olmadığını açıkça belirtiyor.
Aslında Apple'ın sağladığı bu son gelişim, kendini 2001 yılında açıkça gösterdi. İpod'un ilk modelinin piyasaya çıkışını takiben iki senede, Apple, iPod ile ilgili pazar araştırmalarını sürdürürken, bir yandan da özelleşmiş iBook G4 ve Ati Grafik kartı kullanan eMac gibi modellerini sürdü. Bu özelleşmenin ardından, 2004 yılının tamamı İpod için sıçrama yılı oldu, şirket aynı yıl içinde hem iPod Mini' yi, hem de iPod Photo'yu çıkardı. Apple için işler çok yolundaydı, zira talep elastikiyeti (demand elasticity) genellikle 1'e yakın ve sürekli olan modellerinde inovasyonları iPod'a kaydırmışlardı. Artık Powerbook, iBook ve eMac'ler eski hızda gelişmiyorlardı, şirket kendini iPod'a yoğunlaştırmıştı.
Apple'ın dünya pazarındaki yerini göz önünde bulundurursak, iPod olmasa da kalite ve kârlılık şirket için devam edebilirdi, zira bilgisayar sektöründeki talep Apple için belirliydi ve uzun vadede şirketi ayakta tutabilirdi. Fakat şirket iPod ile diğer ürünlere kıyasla daha geniş bir tüketici kitlesine ulaşabileceğinin farkındaydı. Türkiye örneğini ele alırsak, Apple'ın bilgisayar ürünleri sadece reklam ajansları gibi sektörel alanda ve bilgisayar kullanıcıları arasında ufak bir kitlede bulunurken, iPod modelleri bilgisayarı olmayan pekçok kullanıcıda mevcut. Bu bağlamda şirket araştırma ve geliştirmesini iPod üzerine yoğunlaştırmakta haksız sayılamaz. Zira bu yolla taşınabilir müzik çalarlar piyasasını kendi istedikleri biçimde şekillendirdiler.
Süreç içerisinde, özellikle 2006 yılında şirket, ürün gelişimini tekrar iBook, iMac,XServe gibi ürünler ve İpod arasında paylaştırdı. Takipçiler olarak o zaman iPod'un bu akılcı kararını takdirler karşıladık, çünkü artık İpod kendi gelişimini üstlenmişti, tabii iPhone dan da habersizdik.
Kişiye özel medya ürünleri alanında kendini geliştiren Apple artık masaüstlerini ve taşınabilir bilgisayar çantalarını hedeflemenin yanında, tüketicinin cebini de hedefliyordu. Sonunda Apple iPhone ile cebe girdi. Şüphesiz ki iPod yeni bir sayfaydı ve pazarı sarsmıştı, tüketici talepleri de iPhone için bu bağlamda şekillendi. Henüz piyasaya çıkmamışken Apple resmi internet sitesinde ürünü inceleme fırsatına sahip olduk ve farkettik ki, Apple cep telefonu piyasasını da sarsacak. Henüz Türkiye'ye giremese de, ürün dünya pazarında geniş yankı buldu. Çok satmasına rağmen stoklarda ürünün halen yer almasına da Serdar Öner, Pazarlama ve Başka Şeyler ismindeki blog'unun 1 Temmuz 2007, pazar günkü "iPhone için kapıda kamp kuranlar..." başlıklı yazısında şöyle bir açılım getirmiş "İşte ben buna gerçek başarı derim. Çünkü Steve Jobs bu sefer sadece pazarlama konusunda değil, lojistik konusunda da başarılı bir uygulama gerçekleştirerek, mağazalarına yeterli sayıda ürünü sevk ettikten sonra lansmanı gerçekleştirmişti." Bu görüşe katılıyorum, çünkü ürüne olan talep devam etse de ürünün piyasada olmaması durumu üzücü olurdu. Bu sayede hem nihai satıcıların envanter yönetimi sıkıntısı kalmayacak, hem de ürün, tüketici tarafından "ya bir daha bulamazsam" gibi aceleci bir mantıkla satın alınmayacak, çünkü artık alıcı ürünü almadan önce incelemek ve etraflıca düşünmek istiyor.
Apple'ın bundan sonraki yenilikçi ürünü ne olur bilinmez, ama şirkete ve müşteriye değer katacak ürün ve sektörleri çok iyi okudukları bir gerçek. Bununla birlikte, ürün yelpazesini genişletecek yatırımları yapmaktan çekinmemeleri başarılarını adeta perçinliyor. iPod'u geliştiren tasarımcıyı seneler önce işten çıkarmış olmaları da şirketin söz konusu gelişim politikasının dünya ile birlikte değiştiğinin açık göstergesi.
Ne diyelim, darısı Türk markalarının başına..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder